Quid rides? De te fabula narratur!

 Sorgulasam dünyayı ve ilgilenmesem sonuçlarıyla. Bir mum yaksam karanlığa, neye yarar gözlerimi açmadıktan sonra? Biraz su akıt gözlerine ve gözlerini aç kapa, dünyayı daha temiz göreceksin mutlaka. Ve hatırla! Görmek, aydınlanmak değildir asla. Biraz gezdim. Dünya hiç kimsenin değilmiş. Nereye kök saldıysam bir başkalıkla bir yabancılıkla rastlaştım. Nereye adım atacak olduysam samimi bir yabancılıkla tanıştım. Hangi taşı kaldırsam, hangi ağacın köküne çukur kazsam bir sonradanlık buldum.  Bir uzaklığın uçlarından almak, mesafenin büyümesini sağlar. Buna ayrı kalmak da diyebilirsin, iki ağaç arasına kurulmuş salıncak da. Ne dersen de, var oluş şekilciliğinin yük olduğu şu günlerde elbet sorgulamayacağım sözlerini. Çok yalnız kalınca varoluş şekilciliğini düşünüyorum. Az yalnız olsaydım düşünmeyecektim belki. Az çok ifade ettim demek istediğimi. Az yalnız, bir ağaç gölgesindeyim kafamın içinde waiting for the miracle çalıyor. Bir kaç şişe umut açtım, içiyorum. Bu doktorun bana yazdığı yirmi dokuzuncu reçete ve sen yine yoksun alınacaklar arasında. Yoksun çünkü hiç var olmadın. Yoksun çünkü yokluğu varlık edinmedin. Yoksun çünkü sen manipüle edilmiş bir zihnin oynusun. Kızma hemen, varoluşunu görmezden geliyor değilim. Sadece varoluşun başkalarının zihninde olduğunu hatırlatıyorum sana. St. Pietro Bazilika'sının tavanındaki o meşhur resim geldi aklıma. Hani The Creation of Adam. Tanrıya ibadet etmek için yapılan mekanın tavanına "tanrı yok, o senin zihninde" mesajı vermek gibi bir şey. Elbet ne ben Adem'im ne de sen tanrı! Bir zaman oluyor ki söylememem gerekeni söylememek için konuşulması gerekmeyen her şeyi söze döküyorum. Hakikati cümlenin içinden çekince hiçbir şey değişmiyorsa ben bunca yıkımı ne ile inşa ettim? Kelime leşleriyle dolu bir kafatası, büyük bir enkaz var içinde. Metruk bir manastır kadar cazibesiz bir enkaz. Unutulması mümkün her şeyi unutsam, unutmayı hatırlamakla eksik kalacağım. Neredeyse ne yapacağımı hiç bilmiyorum. Biraz zaman geçse, her şey beni unutacak. Ve her şeysem, hiçbir şey buna değmeyecek. Zaman zaman kendimi tüm insanlıktan daha güçlü hissediyorum ama kendimi aynı anda çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçlar kadar da bırakılmış hissediyorum. özellikle ben'in, ben'i bıraktığı anlarda ya da ikisi bütünleştiğinde. Ve birdenbire, şimdiye dek hiç algılamadığım bir duygu gelip beni buluyor: bırakılmışlığın tadı.

 Düşünüyorum da nefret ederek düşündüğüm tek şey, birilerinin benim nefret ederek düşündüklerimi düşünüyor olması. Düşünürken aslında düşlediğimin bilince ancak yirmi yaşımın ilk günlerinde farkettim. Bir düşün gölgesinde kalmak, bir düşüncenin arkasına saklanmak kadar yoksunluk içeriyor. Bir yoksunluğu yakalamak, soyut iki kavramı ilişkilendirmeye çalışmak kadar anlamsız, iki ayna arasında bulunan cismin görüntü sayısını hesaplamaya çalışmak kadar sonsuz. Soyutluğun getirdiği tamamlanamamışlık beni kaldırıp arşa vuruyor. İçimin sıvaları dökülürken, içimin çürük kokusu burnumun yakasını bırakmıyor. Kusmam lazım. Alelacele balkona çıkıyorum ama cümlelerimi toparlayamıyorum. Aklımı kaçırsam, ne fidye ödeyen çıkar ne de peşinden koşan çıkar. Düşürsem aklımı yere, peşimden getirirler mi acaba? Ama yine de kurtulmam lazım şu enkaz yığınından. Ayaklarım beni sürüklüyor, üstelik kafamı veresiye taşıyor. Yokuş biter bitmez sola sapıyorum, ellerim kirli, buğulu camdan içeri bakıyorum. Burası sığınacak tek yermiş gibi, her şeyi bırakıp kaçabileceğim bir yermiş gibi. İçeri giriyorum, ufacık bir yerdeyim. Birkaç masa var içeride üç beş tane de sandalye. Peteğin hemen yanına oturuyorum, okunmamaktan sararmış kitapların hemen altına. Ne kadar zaman geçti bu şekilde bilmiyorum. Çayını alıp geliyor yanıma, bir kere bile sözleşmiş değiliz oysa. Söze giriyor, söze giriyorum. Bazen konuşmanın başındaymış gibi yapıyoruz. Ve bazen ancak ayrılırken soruyoruz birbirimize "nasılsın?" diye. Affedersin, zihnimi tasvir ettim sana. 


 Anlattığın her şey zihnin. Bir affa gerek yok, lazım değil. Bazen düşünürsün sadece. Gereklilikten değil de düşündüğün için işte. Olmaması lazım mevcut durumda,  istediğimi seçtiğimi düşünüp hayattan beklediğimle orantılı davrandığımı hesap edersek bir sıkıntımın olmaması lazım. Karar verdiğin anda yeni bir yol çiziyorsun kendine. Ve bir süre sonra seçtiğin her şey çirkin, yanlış; seçmediğin her şey güzel, doğru. Sonra vazgeçtiğin her şeyden pişman oluyorsun. Pişman olmamak lazım. Lazım işte. Pişman olmasan lazım demezsin zaten. Elvada.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kuşcuyla Zaman- I

Şah/ I